Gazi Paşa bir gün Afet İnan’a, yurdun ücra bir köşesinde basit bir köyde yaşamak istediğini söylemiştir. “Ormanlık bir yerde ev olsun, içinde kesinlikle bir ocak olsun.” demiştir. Hastaydı Gazi Paşa…
Bunun üzerine:
Hükümet, Atatürk’ün iyileştikten sonra gidebilmesi için ormanlık bir yerde bir ev hazırlanması emrini verdi. Ama her şey boşunadır. Bu konuşmasından birkaç gün sonra komaya girer. Üç gün dalgın kaldıktan sonra kendine geldi. Avrupa’dan çağrılan doktor sevinç ve şaşkınlıkla, şunları söyler:
“Size masal anlatmıyorum. Hayır, yirminci yüzyıl tıbbının gücünü bilen bir adam olarak konuşuyorum: Ölüm ondan korktu…”
Atatürk’ün komadan çıkması öylesine beklenmedik bir olaydır ki, hastanın çevresindekiler hiç bir şey olmamış gibi davranıyordu. Ama o durmadan, bilincini denetlemek için saati sormaktaydı. Karnında yeniden biriken su, sanki onu boğmaktadır. Sancı arasında bağırır:
“Sizden suyu çekmenizi istiyorum.”
Tehlikeye rağmen suyun enjektörle çekilmesine karar verilir, ama birkaç saat sonra yine koma durumu başlar. Ölümle otuz altı saat pençeleşmiştir. 10 Kasım 1938 günü sabahı gözlerini kapatır.
Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın hayatı hummalı bir düş gibi geçmiştir. O, karanlık bir dönemde göktaşı gibi parlamış, tutuculuğu parçalayıp, kendi ateşi ile alevlenerek yeni bir başlangıca hayat vermiştir.
Sağlığında bir akşam ölümden söz ediliyordu. Bu, Tanrı’nın tüm kullarına uyguladığı bir sondu. Yakın arkadaşları onun nereye gömüleceğini konuşuyorlardı. Hepsi de onun toprağa bırakılacağı yer, Ankara olabilir diyorlardı. Ankara. Ama Ankara’nın neresi?
– Ben Büyük Millet Meclisi’nden istasyona inen caddenin ortasındaki alanı uygun görüyorum.
-Bence Çankaya’daki yeni köşkün mermer havuzu daha anlamlıdır.
Kentte yaptığı bir gezide bir tepenin üstünde durmuş, Ankara’ya buradan bakmıştı. Rüzgârlı bir tepeydi. Burada kalmayı ve dinlenmeyi isterim demişti. Esentepe’ydi burası. Bence bunu vasiyet saymalı, buraya gömülmeliydi.
Arkadaşları böyle konuşmuşlardı ve bir akşam onun isteği üzerine konu yine ele alınmıştı.
Cumhuriyetin ilânından üç yıl sonra söylediği sözleri yenileyerek konuşmaya başladı:
– Benim naçiz vücudum bir gün elbet toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti sonsuza kadar yaşayacaktır.
Sustu. Çevresinde üzgün üzgün kendisini dinleyenlere baktı.
Sakin bir sesle:
Milletim beni istediği yerde yatırsın, dedi. Yeter ki, beni unutmasın. Ben milletime böyle bir arzumu vasiyet edemem.
O bunları söyleyip susunca ortalığı hüzünlü bir sessizlik sardı. Sonra yakınlarından biri:
Memleketin her bir yerinden, bütün sınır boylarından toprak alınıp getirilmeli. Atatürk’ü bütün ülkenin toprağına…
Sözünün sonunu getiremedi. Acı veren sert bir yumruk boğazını tıkamıştı.
Atatürk duygulandı. Böyle bir şey yapılırsa çok mutlu olacağını ve bundan onur duyacağını söyledi.
Geçici yerinde kaldığı yıllar boyunca konu üzerinde duruldu, düşünüldü, konuşuldu, onun sonsuzdaki yeri belirlendi.
Kemal Atatürk özgürlük rüzgârlarının estiği o tepede, bir gün Ankara’ya sevgiyle baktığı o tepede toprağa verilecekti.
O tepede ona bir Anıtkabir yapıldı. Bu anıtın üstüne memleketin her ilinden, sınır boylarından, Selanik’de doğduğu evin bahçesinden topraklar getirilip serpildi. Doğduğu yerden alınan sular da.
Naaşı Etnografya Müzesinden alındı. Törenle Anıtkabir’deki yerine konuldu. Yaşadığı sürece dinlenmeye vakit ayıramayan Atatürk, en büyük Türk şimdi orada uyuyor. Sonsuzda dinleniyor ve âşık olduğu yurduna, milletine, cumhuriyet evlatlarına oradan bakıyor, yapılan iyi işlerden huzur ve mutluluk duyuyor.