Boşluk…
Sadece kendi sesimi duyuyorum. Yalnız kalmayı seven ve bunun bir ihtiyaç olduğunu savunan biri olarak, bu sessizlik fazla, şimdilik…
Her şeyi en baştan anlamlandırmaya başlıyordum ki, anlamanın da pek faydası olmadığını fark ettim. Eylemsiz kalmaya alışkın olmayan beynim ve bedenim, eylemsiz kaldıkça bilincimle daha samimi olmak zorunluluğunu doğurdu. Bu da benim, bendeki yeniden inşamı sessiz bir haykırışa çevirecek kadar kuvvetli olduğunu fark etmemi sağladı. Çok yönlü olmaktan keyif alan ben şu an yönsüzlüğü ile baş başa. Nereye gideceğimi, ne yapacağımı, ne istediğimi bildiğim söylenemez. Ne istemediğimi bildiğimi de zannediyorum. Artık bundan da emin değilim. İstemediklerim aklı başında olan her insanın istemeyeceği şeyler, bu durumda BEN ne istemiyorum belli değil. Meslek hayatımla tatmin olmuyorum, yeteneklerim ve özelliklerim içinde bulunduğumuz toplumda ne işe yarar belli değil. Ki niteliklerimi severim elde etmesi zor ama elimdeyken burada boşluğa düştüğüm gerçeğini değiştirmiyor. Sanatçı olsam rahatlar mıydım? Sporcu olmak senelerce beni rahatlattı ancak artık yetmiyor. Yeterli değil, daha fazla ya da daha başka ne istiyorum henüz bulamadım. Kendimi ararken yine kayboldum. Ne zaman kaybolsam daha iyisini buldum, elimdeki tek umut bu. Depresyon desem değil. Mutsuzum desem yalan. Zaten mutlulukta sistemin dayatması. Totalde sistemin kendisi ile sürekli kavga halindeyim. Belki de sorun budur, belki de sisteme ayak uydurmalıyım. Peki hangi vaktin sistemine? Ben bu vakitte tam olarak neredeyim? “Başarı “kavramı ne ile ölçülüyor bilmiyorum fakat içime işlenen ile inandığım “başarı “kavramı ve genel kanı birbiri ile savaş halinde. Genel kanının “Canı cehenneme “diyebilmeyi öğrenmiş biri olarak, elimde pek mücadele edecek bir durum da kalmıyor. Ana problem de bu, mücadele edecek bir şey kalmadı. Sadece akmam lazım belki. Boşluk işte tam da burası, gidiyorum ama nereye ve aslında derinde bundan keyif alan bir ben var. Var oluşunu kutluyor sanki ben de benden yeniden var olan beni tanımaya çalışıyorum. Kaybettiğim bir ben var, sanki yasını tutuyorum. Yas tutuyorum. Bir ben vardı. Güçlü, savaşçı, yıkılmayan, düşmeyen, asla durmayan. O beni metaforlaştırsam, sert akan bir ırmak, denizin kabarıp karayı hırpaladığı hali, okyanusun dibinde bakmaya cesaret edilemeyen o sessiz karanlık su derdim. Şimdi ise sakin bir toprak biraz sıcak, dibine inmeye başladıkça ıslak, derinden yer altı akarsuları geçiyor, tepemde sıcak hafif bir rüzgâr… Bu bir var oluş sancısı mı yoksa kendi var oluşumu kendime ispat mı etmek istiyorum? Bunu da bilmiyorum.
Kendimi bildim bileli, popüler olandan, sosyal medyadan, modadan, genel kanıdan, özentilikten hazzetmemişimdir. Fakat asla bunların tamamen dışına çıkamamanın da stresini yaşamışımdır. İnsan sosyal bir varlık ve maruz kalmak diye bir unsur var. Ancak şimdi hiçbir şey yok. Sadece kendimle baş başa sadece kendime maruz kalıyorum. Ben kimim, en baştan öğrenmeye çalışıyorum. Bu korkutucu ve heyecan verici. Çünkü bilmediğim hikayelerim kapıda ve benim hazır olmamı bekliyorlar. İşte eski ben olsam fütursuzca “Ben hazırım “derdim. Şimdi bilmiyorum…
Herkes hayatında bunu yaşamalı keyifsiz bir keyif. Mutluluk propagandası yapanlara inat, insanın tüm gerçekliğini kucaklama evresi tam olarak budur.
Buna benzeyenler burada mı?
Velhasılıkelam Evrensel bakış