Sevmenin Unutulan Dili….

Dili Biz seksen beş milyonluk bir milletiz. Bir kısmımız gurbette, farklı diyarlarda; aşağı yukarı yetmiş beş milyonu aynı toprağın sesini taşır. Kadınlar ve erkekler, çocuklar ve yaşlılar… Bir arada ama çoğu zaman birbirine uzak yaşarız. Bugün kendime sordum. Biz neden sevmeyi bilmiyoruz? Neden sevgi denilen hissi tam anlamıyla kavrayamıyoruz? Belki çocukluğumuza dönsek bile o duygunun saf hâlini hatırlayamayız. Çünkü sevgiyi en çok çevremizden, ailemizden, gördüğümüzden ya da eksikliğini yaşadığımızdan öğreniriz. Ülkemizde konuşulan ortak dil güzel Türkçemizdir. Fakat Anadolu’nun dört bir yanında, köylerinde, dağlarında, ovalarında farklı lehçelerle konuşulan yerel ana diller vardır. Bu diller, insanların çocuklarına aktardığı sıcak bir hitap gibidir. Bir gemi düşünün; güvertesi hem denizde hem karada. Suda olan tarafla karada olan taraf iç içe geçmiş durumda, gelgitlerle yaşar. Bazen bu gemide hep birlikte olduğumuzu unutuyoruz. Oysa Nuh misali her karmayla varız. Dalgalara maruz kalmamak için uyanmak gerekir. Kadınımız, erkeğimiz, güzel diyarımızın baharı da kışı da güzeldir. Bizi mutlu eden şeyler neydi? Bir gülüş bir söz bir dokunuş… Aşklar, sevgiler, bağlılıklar ve sonunda evlilikler… Fakat her geçen gün biraz daha yalnızlaşıyoruz. Yalnız kalmayı bir sığınak gibi görmeye başladık. Bunun nedeni çoğu zaman uyumsuzluk, anlaşamamak ve dengeyi koruyamamaktır. Az okuyan bir toplumuz, okuduğunu anlayan daha da az. Ne söylediğini bilmeden konuşan ama söylediklerine inanan bir kesim büyüyor. Belki bütün bunların kökeni eğitimdedir, belki farkındalıkta. Aklımda hep bir düşünce vardır. Keşke lise çağlarında öğrenciler arasında bir değişim programı olsaydı. Aileler küçük bir bütçe ayırsa doğudaki genç batıya, batıdaki güneye gitse… Bir süre farklı şehirlerde yaşasalar başka insanlarla tanışsalar. Kendi kültürümüzün dışına taşmanın bir yolu bulunsa. Belki sınavlardan önce bir ay kadar yurt dışında vakit geçirebilseler yeni bir ülke yeni bir bakış yeni bir farkındalık kazansalar. Çünkü farkındalığın temeli uyumdur. Uyum derinleştikçe anlam büyür. Bir yolculukta iki gençle tanıştım. İkisi de Arjantin’liydi ve Kenya’ya gidiyorlardı. Yaşları on beş on altıydı. Sadece merak ettikleri için yola çıkmışlardı. Biz o yaşlarda sınavlara hazırlanır, sonumuz iyi olsun diye çabalardık. Oysa bazen insanın sonunu belirleyen şey sadece bir yolculuktur. Çünkü uzağa giden kişi farkla döner. Ve o fark, başka toplumların sevgiyi nasıl yaşadığını, eğitimi nasıl uyguladığını, insanın kendine ve çevresine nasıl baktığını gösterir. Etrafımıza bakalım. Kaçımız dergi okuyor? Kaçımız belgesel izliyor? Kaçımız bir kelimenin içinde saklı duyguyu hissediyor? Okumak, sadece bilgi almak değildir. Duyguyu, anlamı, ruhu kavramaktır. Bugün ilişkiler, sevgiler, evlilikler birer buhran hâlinde. Birçok insan mutsuzluğunu sessizce taşır. Vicdanıyla, çocuklarıyla, korkularıyla ayakta durmaya çalışır. Kadına şiddet, sevgisizlik, anlayışsızlık hiçbir şekilde hak edilmiş bir kader değildir. Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün dediği gibi: “Efendiler, erkek her şey olabilir ama ana olamaz. Bu yüzden kadın, erkekten önce gelir. Kadına hürmetle mükellefiz.” Bu söz, sadece bir nasihat değil, bir toplumun vicdanıdır. Kadının varlığına, emeğine ve sevgisine gösterilen saygı, bir milletin medeniyet ölçüsüdür. Bazı anneler artık çocuklarına sırlarını anlatır çünkü eşleriyle konuşacak bir ortak dil kalmamıştır. Bu topraklarda sevgi çok verildikçe azalır, değer verdikçe değerin düşer. Her şey tersine işler. Artık mutluluğun tanımı değişti. Bir kediyle yaşamak, onun sessiz sevgisinde huzur bulmak oldu. Kimseye ihtiyaç duymadığını söyleyen bir yalnızlık hâli büyüyor. Hayvanların bir âlemi var; kendi dillerinde bir sevgi senfonisi yaşarlar. Biz de bazen kendi dünyamızdan çıkıp başka bir ruhla tanışınca mutlu olduğumuzu sanırız. Oysa yalnızlığımızın boşluğunu doldururuz. Kendimizle kalmayı öğrendik. Belki bu iyi bir şeydir. Ama kalbin içinde hâlâ bir ihtimal boşluğu vardır. Bazen biri o boşluğu doldurmak ister ama geçmişte yaşananlar, kalbin kapılarını yeniden açmamıza izin vermez. Ahlakın en derin değeri saygıdır. Saygıyı anladığımızda sevgi de inanç da güçlenir. İnsanın kendine duyduğu saygı, varlığının en kutsal yeridir. Anlatılacak çok şey var ama bazen kelimeler doğmak istemez. Çünkü her kelimenin doğumu bir sancıdır. Ve ben bu sancının yalnızca bir kısmını paylaşıyorum. Belki de sen bu satırları okurken kendi içindeki sancıyı fark ediyorsundur. Belki anlıyorsun, belki de ilk kez, gerçekten hissediyorsun. Çünkü sevgi, bir uyanıştır. Karanlığın içinde ışığı fark etmektir. Bir kalbi anlamak bir sözü hissetmek bir insanı olduğu gibi görebilmektir. Ve biz, yeniden sevmeyi öğrendiğimiz gün, insanlığın en güzel tarafına yeniden kavuşacağız. Musa Aşkın

hakkında Musa AŞKIN

Musa AŞKIN

Ayrıca Kontrol Et

Başkalarına Gösterdiğin Merhameti Kendine de Göster

  Birine kırıldığında bile onun neden öyle davrandığını anlamaya çalışıyorsun. Yorgun, üzgün ya da korkmuş …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir