Bizim toplumumuzda “Annelik” çok zor olarak atfedilen görevlerdendir. Bir sürü dinamiği içerisinde barındıran da bir süreç aslında. Kayınvalide, anne, kayınpeder, babanın yanı sıra sosyal çevrenin baskısı da kaçınılmaz oluyor elbette.
Evlâdını dünyaya getirmenin zorluğu, kaygısı, stresi, hormonal değişiklikliği “acaba yetebilir miyim?.” diyerek başlanan ve sonu gelmeyen sorular zinciriyle zaten psikolojik olarak “sağlam” kalması gerekiyorken toplumsal açıdan da çevresel faktörler anneliği zorlaştırıyor neredeyse.
Doğum yapan annelere ; sütü yetsin yetmesin bir sürü akıl vereni çok oluyor, az giydirirse ” üşür bu çocuk!” deniyor, çok giydirirse ” terler az giydir!. ” söyleniyor, zayıf olsun çocuk ” az mı yediriyorsun ?. ” denerek soruluyor, kilolu olsun çocuk ” az yedir falancanın çocuğu obez oldu. ” denerek kıyasa giriliyor, birine emanet edersin ; bir hava değişimi veya kendine vakit ayırmak için ” çok rahatsın ben olsam yapmazdım bunu” diyerek anneyi yetersiz konumuna sokulur.
Toplumumuzda daha böyle sorular, önyargılar, eleştiriler, bunaltan süreç en çok annelik üzerinden yapılmaktadır.
Oysaki toplumda en çok önem verilmesi gereken kişiler annelerdir. Doğum yaptığında bir kap yemek yapsak götürsek o anneye yapacağımız en büyük iyilik olur aslında. Evine gittiğimizde de evini silsek süpürsek, ütü yapsak, bulaşık yıkasak o anneyi bir günlüğüne rahatlatmış oluruz.
Kültürden kültüre, toplumdan topluma dinamiği faklıdır annelik. Yorucu , bunaltıcı , yıpratıcı bir süreç olsa da annelik anne olanın kendini tanıma sürecidir aslında. Aksi halde kolay değil üstadım annelik.
Peygamber Efendimiz (asm) şöyle buyurmuştur:
“Anne cennet kapılarının ortasındadır.” (İbn Hanbel, V, 198);
“Cennet annelerin ayakları altındadır.” (Nesâî, Cihad, 6)
Bu hadislerden hareketle ” Annelik kırmızı çizgimizdir, bırakın herkes istediği gibi annelik yapsın evlâdına.” diyoruz.