YEĞENİM BAL ÖZTEK’E İTHAFEN…

 

PARİS’TEYİZ.

2024 yılının Ocak ayında, sömestre tatilinde, ailece metro istasyonunda bekliyoruz. Kardeşim, yeğenim, annem, eşim, oğlum beraberiz. Metro geldi ama biraz kalabalıktı. Biz 6 kişiyiz, sığar mıyız acaba diye binip binmemek arasında bir tereddüte düştük. Yeğenim Bal da en önde, pat diye metroya girdi ve bir anda metronun kapısı kapandı. Bal içeride, biz beşimiz dışarıda!!! O anda hepimiz şoka girdik. Kapının tam önündeyim, elimi uzattım, kapıyı açmaya çalıştım, açılmadı. Cama vurmaya başladım. Bal da korku ve endişe dolu gözlerle bize bakıyor, ağladı ağlayacak. O bakışı gördüm ya, unutamam, içim parçalandı. O kadar naiftir ki o anda şoktan ne yapacağımızı bilemedik fakat çok hızlı karar vermek gerekiyordu. Saniyeler içinde Bal metro ile yola çıkacaktı.

Kapıyı açamayınca, Bal ile göz göze geldim, çok hızlı bir şekilde, saliseler içinde ne yapabileceğimizi düşündüm ve ona kapının ardından, el işaretleriyle beraber “bir sonraki istasyonda in, oraya geleceğiz” dedim. O anda beni duyma imkanı yoktu, sadece bana baktı gözleriyle “tamam” dedi. Beni anladığını hissettim ve içimde büyük bir rahatlama oldu. Metro hareket etti.

O esnada yanımızda bir adam duruyordu, bana döndü dedi ki “tamam, geri gelecek merak etmeyin”. Önce onu istasyonda bir görevli sandım, “ne anlatıyor acaba?” dedim, “telefon açtı, içeriyle bir bağlantı kurdu ve haberleşti mi acaba?” diye düşündüm ama ne demek istediğine tam anlam veremedim. Tek bildiğim, Bal’ın beni anlamış olduğu ve bizim oraya gidip onu alacak olduğumuzu bilmesi idi.

Metroda Bal’ın yanında bir kadın vardı, o da bize işaret etmişti, “merak etmeyin ben yanındayım” gibi… En azından o kadının yanında olduğunu ve Bal’ı rahatlatacağını düşündük.

Sonra aynı adam kardeşim Barış‘a döndü, Bal için “buraya dönecek” anlamında bir şeyler söyledi.

O SIRADA İKİNCİ METRO GELDİ

Ve adam Barış’ı oyalayıp bizi ikinci metroya binmekten alıkoymak üzereydi. Hepimiz çok gerilmiştik. O anda heyecanlanmışım, Barış‘a da dedim ki, “niye dinliyorsun bu adamı, o kim ki?” (Görevli miydi, niye kendini tanıtmıyordu?) Barış da telaşlıydı, bana “ben Bal’ın babasıyım Tuba, izin ver” dedi, baya kafası karışmıştı. Zaman aleyhimize işliyordu. Barış’a, “adama kim olduğunu sor, ne sıfatla yorum yapıyor?” dedim. Döndü, “siz kimsiniz?” diye sordu. Adam tek kelimeyle ona “yolcu” diye cevap verene kadar, ikinci metro da perondan ayrılmıştı.

Adam müdahale ettiği ve Barış adamın ne dediğini anlamak istediği için döndük ve binmemiz gerekirken metro tekrar kaçtı. O anda ben çok sinirlendim çünkü Bal’a bir sonraki metroda olacağımızı söylemiştim ve bizi orada bekliyordu, emindim. Şimdi bizi göremeyeceği için korkacağını düşünmeye başlamıştım bile.

Bütün her şey çok kısa süre içinde oluyordu, hayatımızın en hızlı geçen dakikalarıydı sanki. Derken üçüncü metroyu beklemek durumunda kaldık.

ÜÇÜNCÜ METRO DA GELDİ

Bu sefer, apar topar bindik. Tek duamız şuydu; Bal inşallah orada bekliyordur bizi ve inşallah çok korkmamıştır. Ya o kadınla ilk durağa döndüyse, birbirimizi nasıl bulacaktık? Saniyeler içinde karar vermek gerektiğinden çok detaylı düşünemiyorduk. Annem, eşim ve Ali de Bal için çok üzgün ve heyecanlıydı.

Nitekim bir istasyon sonra indiğimizde, Bal kadınla beraber orada bekliyordu. İnanılmaz mutlu olduk, koşa koşa ona sarıldık.


Çok korkmuştu ve biraz şoktaydı. Onu rahatlatmak için elimizden gelen her türlü pozitif şeyi söyledik, yardımsever kadına da çok teşekkür ettik. Hatta o da bizle beraber tekrar metroya bindi ve yolumuza devam ettik. Kendisiyle sohbet ederken öğrendik ki bu temiz yüzlü, orta yaşta, güzel yürekli kadın Yunan’mış. Onu yemeğe götürmek istedik ama işi olduğundan başka istasyonda inecekti. O inerken, arkasından güzel dileklerimizi de birlikte yolladık.

Daha sonra Bal’a sorduk ne yaşadığını, ne hissettiğini… Göz göze geldiğimizde beni anladığını, kadının onu önceki istasyona götürebileceğini söylediğini anlattı. Tabii kendisinin benimle kurmuş olduğu iletişime istinaden, yardımsever kadına bizim oraya gideceğimizi, orada beklemeleri gerektiğini, onu oradan alacağımızdan emin olduğunu söylüyor. Ayrıca babasının telefon numarasını verip aramasını rica ediyor. “Sonraki metroyla da gelmezlerse lütfen arayalım” diyor tatlı BalCo’muz. Bu da çok güzel bir çözüm yolu. Meğer bizi istasyonda durduran adamla da kadın “ben geri getiririm” diye işaretleşmiş, sonradan anladığımız kadarıyla… Sonuç olarak Bal planı bozmamış ve halasının ona dediğini uygulamış. Neyse ki buluştuk ama en korktuğu nokta ikinci metroda bizi bekleyip görememesi olmuş. 🥹

CAN ALICI CEVAP…

Kendisine “peki beni duyma imkanın yoktu, kapıları açmaya çalıştık, açma imkanı da yoktu, kapılar kapalıyken ve sen içeride, biz dışardayken beni nasıl anladın?” diye sordum “dudaklarını okudum” dedi. O kadar duygulandım ki… O kadar aklı başında bir melek ki. Beni anladığını hissettiğimde öylesine büyük bir rahatlama, ona öylesine bir güven duydum ki… Ve orada olacağına emindim. İyi niyetle yerini değiştirmek isteyenler olmasına ve o kargaşaya rağmen, Bal söylediğimin dışına çıkmamıştı, bana güvenmişti. İşte benim telaşım bana duyduğu o güveni yıkma korkusu idi… “Seni alacağız” dedim ve onu oradan almak zorundaydık. Yoksa bir daha bana nasıl güvenirdi? İnanılmaz bir korku ve heyecan yaşadık. Sonuçta on yaşında bir kız çocuğu ve hiçbir zaman annesinden, babasından ya da bizlerden ayrı kalmamıştı. Üstelik yurt dışında, hiç bilmediği bir yerde, metro ile resmen istemsiz ve zoraki bir yolculuktu bu. O yüzden kendi içimizde tabi çok duygusal anlar yaşadık.

Bal ise, yaşadığı korkuya rağmen, yalnız kaldığında ne yapması gerektiğiyle ilgili çok büyük bir tecrübe yaşamıştı. Biz de bu olaydan sonra seyahat boyunca, her metroya binişimizde, “hadi hep beraber” diyerek adım attık… 😀

Ben de bu olayın her anını aklı başında, tatlı yeğenime yazmak istedim, hatıra olsun diye… O korku dolu dakikalara ait fotoğraflarımız olmadığından dolayı, yazılarım içinde bir ilke imza atarak, o anları yapay zeka ile canlandırdım senin için Bal. Yapay zeka günümüzde yeni kullanılıyor, yıllar sonra sizler kim bilir neler yapıyor olacaksınız bu zekayla 😃. Diğer neşeli anlarımızdaki fotoğraflarla da bu yazıyı süsledim, güzellikleri unutmamak için.

O günden beri hep aklımdaydı, yazmak bugüne kısmet oldu. 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nda… Bu yazı sana hediyem olsun canım BalCo.

Velhasılıkelam (sen şimdi annene ya da babana bu ne demek diye sorarsın, her yazımı bu kelimeyle bitirme ritüelim var); uzun lafın kısası, seni çok seviyorum Honey… Bana güvendiğin için de sana çok teşekkür ederim. Bu olay hepimiz için paha biçilmez bir deneyim oldu. Seni alkışlıyorum, büyüdükçe ve ömrün boyunca doğru karar alıp, doğru seçimler yapacağına eminim. (Aşağıya da yine yapay zeka ile yaptığım temsili genç kızlık halini bırakıyorum 😀.)

Daima sevgiyle,
HalaCo’n
Tuba Öztek Çakıroğlu
23 Nisan 2024

hakkında Tuba ÖZTEK ÇAKIROĞLU

Tuba ÖZTEK ÇAKIROĞLU
Her İnsanın Hayata Geliş Sebebi Vardır, Ömrümüzce Keşfetmek İçin Yaşarız. Kadıköy, İstanbul’da 1973 yılında doğan Tuba, St. Pulchérie Ortaokulu ve Saint Benoit Fransız Lisesinden mezun olduktan sonra, Bilkent Üniversitesi (4 yıllık) Turizm ve Otelcilik İşletmeciliği bölümünü bitirdi. Fransızca, İngilizce ve Almanca bilen Öztek, 20 yıl kadar Turizm Sektöründe yerli ve uluslararası Otel zincirlerinde üst düzey yöneticilik yaptı. Evlenip çocuk sahibi olduktan sonra, zamanının büyük bölümünü Otelciliğe ve yoğun seyahatlere ayırmak zorunda kalan Öztek, kurumsal hayatta daha fazla yıpranmak istemedi. Çocuğuna daha çok zaman ayırabilmek için, sektörü bırakıp, aile şirketinde daha esnek saatlerle çalışmaya başladı. Arada Otelciliğe dönmesi için teklifler gelse de, tecrübelerini artık aile şirketine aktarma konusunda kararlı davrandı. Son 9 yıldır kendi yapı denetim şirketinde muhasebe, finans, idari ve hukuki işler konusunda azimle çalışmaya devam ediyor. Çocukluğunda, bir gün yazar olmak hayali ile yıllarca günlük tutan Öztek, hareketli ve güzel anılarla dolu bir gençlik yaşadı. Otelcilikte, Türkiye’nin önde gelen iş adamları ve patronlarıyla yaşadığı çok değişik anıları ve tecrübeleri var. Çok fazla ülke ve şehir gördü. Belki bir gün bu anılarını da paylaşmayı düşünebilir, kim bilir… Şimdi 10 yaşındaki oğlu Ali en büyük meşgalesi, onun vatana hayırlı ve vicdanlı bir evlat olması en büyük dileği. Tuba, geri kalan ömründe mutlaka üretecek ve kayda değecek işler yapmayı hedefliyor. Ayrıca Milli Sporcu ve Mimar olan babası Aydın Öztek gibi Tuba da fotoğraf ve video çekmeyi çok sever. Ailesi ve arkadaşlarıyla yaşadığı güzellikleri fotoğraflayarak onlarla paylaşmaktan çok zevk alır. Son olarak, çocukluğunda kendini hep yazar olmuş gibi hayal ederek günlükler yazan Tuba’yı tesadüfen bir gün Ahmet bey bulur. Hiç tanımadığı halde, sanki içini okumuş gibi köşe yazıları yazması için onu cesaretlendirir. Tuba “layıkıyla yapabilir miyim ki?” diyerek Ahmet bey’i uzunca bir süre bekletir. Bu süreçte Öztek bunu düşüncelerinde evirir, çevirir ve bir akşam aniden neler yazabileceğini kafasında oturtur. Velhasılıkelam, Tuba, köşe yazısı yazmasını teklif edip sabırla bekleyen Ahmet bey’i daha fazla bekletmeyip yazılarını yayınlamaya karar vermiştir. Daima sevgiyle, Tuba Öztek Çakıroğlu

Ayrıca Kontrol Et

YERE ATTIĞIN O ÇÖPLERİ VE PİSLİKLERİ CEBİNE KOYACAĞIM!

Merhaba değerli okuyucular. Bugün sizlere ikinci kitabım olan “GERZEKLER PANDEMİSİ-Artık Her Yerdeler” isimli eserimde de …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir