Sana Bir Şey Söyleyeyim Mi?
İçinden hiç, “Burada ne yapıyorum ben?” diye geçirdiğin oldu mu? O kalabalık, ışıltılı ortamlarda… Herkes konuşuyor, gülüşüyor, ama sen bir adım geri çekilip baktığında gördüğün manzara şu: İnsanlar birbirlerinin kıyafetlerini, arabalarını, aldıkları evleri, yaptıkları tatilleri süzüyor. Konuşmalar hep aynı: “Duydun mu, şu anlaşmayı yapmış!”, “Aa, o mu? Zaten hep öyleydi.”, “Geçen hafta şu partide kimler vardı bir bilsen!”
Dinle, itiraf et: Bu sohbetlerin sonunda kendini daha boş, daha yorgun hissetmiyor musun? Sanki zihninden bir parça çalınmış gibi… Çünkü aslında hiçbir şey konuşulmuyor. Hiçbir derinlik yok. Hiçbir hakikat yok. Sadece bir gösteri var. Herkes bir diğerine, “Bak, ne kadar önemli ve başarılıyım” demenin incelikli yollarını arıyor.
Gençlerimize bakıyorum da, onlar bu oyunu en iyi oynayanlar belki de. Sosyal medyada kusursuz hayatlar kurmuşlar. Ama bir araya geldiklerinde, o kusursuz maskeler bir bir düşüveriyor. Geriye ne kalıyor biliyor musun? Kocaman bir anlam boşluğu.
Peki ya daha “olgun” olanlar? Onların buluşmaları bir nevi gladyatör dövüşü. Dostane yemek masalarında, orada olmayanların itibarları parçalanıyor. Herkes gülümsüyor, evet, ama gözlerde bir güvensizlik, “Sıra bana da gelecek mi?” endişesi…
Sana samimi bir şey söyleyeyim mi? Ben artık bu sahnede rol almak istemiyorum. Bu insanların, “Aa, bak o da burada!” diye fısıldaşmalarına ihtiyacım yok. Beni, aldığım şeylerle değil, olduğum insanla değerlendiren birkaç samimi dost, bana bu yapay kalabalıklardan çok daha değerli.
O yüzden bu oyunu bozuyorum. Bu gürültünün, bu yapaylığın, bu anlamsız koşturmacanın içinde kaybolup gitmeyeceğim. Çünkü biliyorum ki düşersem tutmazlar. İşte bu yüzden, bu oyuna gelmiyorum. İstemiyorum, eksik olsun.