Belki en unutmaktan korktuğum şeydir sesler. Sevdiklerimin sesleri, hafızamda büyüyen geçmişin sesleri… “Sıcak, taze simiiit! Yanıyor, yakıyor, almayanlar bize böyle bakıyor!”, “Bıçaklar keskin, bileyici!”, “Taş gibi kafa yaran yoğurtlar!”. Ve bunun gibi bir çoğu. O bıçaklarla kesilen, kesildiğinde etrafa mis kokular yayan domatesler, bahçemizdeki heybetli o dut ağacı, camdan elini uzatsan baharda gelin gibi bembeyaz çiçeğiyle ileride sana kulağına küpe yapacak vişnelerini sunan kan kırmızısı vişne ağacı… Hee vişne, dut ve kayısı boldu ama evde; ne zaman Naciye Teyze’ye gitsek elimiz hep muza kayardı, sonrası kolda oluşan bir çimdik acısı. Annecim komşu günlerinde kek, poğaça ve börek yapardı. Yuvasında güçlü, dişi bir aslan misali ve asla yorgun olmazdı. Sokağımızda bizimle yaşayan teyzeler manevi annemiz olur, gözlerini belerttiklerinde bizler korkar, söz dinler ve asla karşı çıkmazdık. Hidiv Kasrı’nda avı kovalardık. Yakaladıklarımızdan bal bakkalı kuracağımızı hayal ederdik. Burnumuz akar, düşer kalkar, yine burnumuz akar, koşardık. Akşam yorgunluktan bitap düşmüş divanlarda uykuya dalan bedenler, ağlayan komşu teyze sesleri ve yine nidalar atan mahalle abileri, camdan uzansak vişne ve dut ağaçları, yedikleri dayaklar, yiyemedikleri yemekler, gözü yaşlı çocuk gelin muhabbetleri…
Fatma Kayacı
Velhasılıkelam Evrensel bakış