AMBER SARAYI
Mola sonrası Amber Kalesine ulaştığımızda bizi bekleyen uzunca bir sıra ile karşılaşıyoruz. Aniden basan muson yağmuru da cabası. Sıcak yağan yağmurlarda ıslanmakta ayrı bir olay. Nem oranı çok fazla ve bunaltıcı. Bizi bekleyen filleri görüyoruz ve sonrasında azıcık korkarak ve heyecanla kaleye çıkmayı bekliyoruz. Maota Gölü’nün üstünde tepelere doğru yükselen Amber Kalesi’ne fil üstünde bir yolculuktan sonra varıyorsunuz. 1639’dan beri hiç restorasyon görmemiş sarayı bir dönem 2 bin asker koruyormuş. Aşağıdan fillere binerek yukarı çıkılıyor. Fillere binmek için sıra beklerken seyyar satıcıların bol bol tacizine maruz kalıyoruz. Birinden şapka alırsanız, hemen yanınızda heykel satan bir adam bitiveriyor. Bu durum bazen oldukça rahatsız edici olabiliyor gerçekten. Satmaya çalıştığı şapkayı kafanıza geçirip, hemen ardından para talep ediyorlar. Yani “ister misin?” diye soran yok… Amber Sarayı (Amer Fort), ilk olarak adı ile kendini çekiyor. “Ama adı neden Amber?”.“Acaba bu bölgede çok miktarda amber olduğu için mi bu ismi almış?” diye düşünürken, Jaipur’daki rehberimiz hemen açıklamayı yapıyor: Adının Amber Sarayı olmasının nedeni; içindeki büyük Shiva heykelinin amberden yapılmış olması.
Günümüzde sarayın içinde sergilenen pek bir eşya yok. Kraliçenin mücevher sandığı, yemek yapılan devasa kazanlardan başka bir şey yok eşya olarak. Taştan sehpa tarzı bir şey görüyoruz. Burada savaş tanrısını memnun etmek için ona Hindistan cevizi sunuyorlarmış. Hindistan cevizi “kafa” anlamına geliyor. Yani “senin için başımı kestim, onu sana sunuyorum” anlamında. Padişahın halkla buluştuğu alan, ayrı bir bina. Haftanın bazı günlerinde halkın sıkıntılarını dinlediği yermiş burası. Mimariye dikkatimizi çekiyor rehberimiz. Mesela sütunların tavana bağlandığı bölgede hortumunda lotus çiçeği tutan fil motifleri mevcut. Fil iyi şansı, lotus da bereketi simgeliyor. Asıl sarayın girişi, Ganesh kapısı denilen bir kapıdan yapılıyor. Kapının hemen üstünde de Ganesh’in bir resmi mevcut. Ganesh, Tanrı Shiva’nın oğlu… İyi şans ve mutluluk tanrısı. Ganesh’in hayata gelmesinin hikayesi ise şöyle; yıllar sonra Shiva savaştan döner, döndüğü anda ise eşi Parvati’yi yatakta genç bir adamla görür. Hemen adamın başını keser. Parvati itiraz eder, “o bizim oğlumuz” der. Bunun üzerine Shiva kestiği başı bedenin üzerine tekrar eklemeye çalışır. Olmayınca dışarı fırlar ve ilk gördüğü canlı olan filin kafasını keser ve vücuda ekler. Böylelikle Ganesh hayat bulur. Sarayın ön cephesi oldukça renkli, tamamen doğal kök boyalarla boyanmış, orijinal resimler hala olduğu gibi duruyor. Sıva yapmak için kullandıkları malzeme de hayli ilginç. Yöreye özgü bir taş, yumurta kabuğu, deniz kabukları ve mermer tozundan oluşan bir karışım kullanıyorlar. Bunları ezip karıştırıp toz haline getirerek duvarlara sıva yapıyorlar, üstüne de Hindistan cevizi suyu sürüyorlar. Bu da parlaklığı sağlıyormuş. Gerçekten duvarlar yıllar sonra bile hala parıl parıl. Sarayın içinde “aynalı salon” diye adlandırılan bir bölüm var. Oldukça büyük olan salon, tüm sütunlar ve duvarlar, küçük motifler şeklindeki aynalardan oluşuyor. Işığı daha iyi yansıtması için tüm o minik ayna parçaları konveks şekilde yerleştirilmiş. Bu salonu kış aylarında ve özel toplantılar için kullanıyorlarmış. Çoğu Moğol yapısında olduğu gibi, tavandaki ayna motifi ile, zamanında yerde duran halının motifi aynıymış. Sütunların alt bölümü ise yaklaşık göğüs hizasına kadar mermer, tam burada rehberimiz mermer üzerine oyulmuş motife dikkatimizi çekiyor. Resmin özelliği aslında 1 lotus çiçeğinin, 8 farklı sembolü göstermesi. Çiçeğin 5 yaprağı ve bir gövdesi var. Yaprakları kapatınca balık figürü, gövdenin yarısını kapatınca yengeç, 4 yaprağı kapatınca fil hortumu, 1 yaprağın kenarını kapatınca akrep figürü, sadece 1 yaprağı kobra yılanını, gövdenin uç kısmı aslan kuyruğunu ve tamamı lotus çiçeğini oluşturuyor. Rehberimizin, çiçeğin bir kısım yerlerini kapatarak, yeni figürleri gösterişini hayretle izliyoruz. Muhteşem bir eser…♥


Velhasılıkelam Evrensel bakış